Yönetmen: Michael CURTIZ
Senaryo: Julius J.EPSTEIN, Philip EPSTEIN, Howard KOCH
Görüntü Yönetmeni: Arthur EDESON
Müzik: Max STEINER
Oyuncular: Humphrey BOGART (RICK), Ingrid BERGMAN (Ilsa LUND), Paul HENREID (Victor LASZLO), Claude RAINS (Louis RENAULT), Conrad VEIDT (STRASSER), Sydney GREENSTREET (MARTINEZ), Peter LORRE (UGARTE)
1943, ABD, 102 dakika, S/B
HER ZAMAN İŞ YAPAN ROMANTİK BİR HOLLYWOOD FİLMİ…
Romantik Hollywood filmlerinin bütün özelliklerini kendisinde toplayan Casablanca, sinema tarihinin üzerinde en çok konuşulan filmlerinden biridir. 1943 yılında, gösterimi savaşın ilginç olaylarından Casablanca Konferansı’na denk düşen ve bu açıdan beklenmedik şekilde olay olan film, gitgide artan bir seyirci ilgisiyle karşılanır. Oskarlarda da söz sahibi olur ve en iyi film seçilir. Sonra biraz uykuya yatar, tüm Hollywood filmleri gibi, yeninin ve teknolojik gelişmenin çarpıcılığına teslim olur. Ama 1960'lı yıllarda ilginç bir şey olur, Amerikan üniversitelerindeki sinema gösterilerinde, gençler birden bu eskimiş siyah-beyaz filme büyük ilgi duymaya ve sürekli onu izlemeye başlarlar. Film TV’de her gösterildiğinde büyük ilgi görür, "rating alır" ve zaman içinde hiç eksilmeyen bu ilgi hep sürer. Bogart efsanesinin (onun ölümünden yıllar sonra) doğması. Woody Allen'ın bu efsaneye dayalı "Play It Again, Sam" adlı oyununu yazması ve bunun filme çekilmesi vb. olaylar da aynı yıllardadır. Sonuç olarak dünya TV'lerinde en sık ekrana geldiği gibi, videokaseti de en çok satan filmlerden biridir. 1992 yılında ellinci yıldönümü görkemli biçimde kutlanır, dijital yeni kopyaları ile bol resimli ve film hakkında yazılarla dolu kalın bir kitap piyasaya sürülür.
Film, Nazilerin bütün Avrupa’yı kasıp kavurduğu sıralarda, Amerika vizesi alabilmek için mültecilerin toplandığı Fas’ın Casablanca şehrinde geçer. Kana bulanmış Avrupa'da, özgürlüğe ve yaşama (yani Amerika kıtasına) uçmak için, savaşta (bizim gibi) yansız kalmış olan Portekiz'in başkenti Lizbon'a gitmek gereklidir. Lizbon'a giden yol ise, Fas'ın başkenti Kazablanka'dan geçer.
“KİMSE İÇİN KENDİMİ TEHLİKEYE ATMAM. BEN, BENİ İLGİLENDİREN TEK KONUYUM”
Kendisi için "Kimse için kendimi tehlikeye atmam. Ben, beni ilgilendiren tek konuyum" diyen, hiçbir ideali olmayan, yüreği taşlaşmış ve yorgun serüvenci Rick'in, “Rick’s Cafe American” adlı gece kulübü, bu gizemli kaçış kentinde her türden insanın bir araya geldiği bir mekândır: Nazi subayları, kumarbazlar, serüvenciler, kaçak pasaport arayanlar ve bunları satanlar, tefeciler, rehinciler, direnişçiler, casuslar...
Rick’in Almanların Paris’i işgali sırasında tanıyıp sevdiği, ama sonradan kendisini terk eden Ilsa, bir direniş örgütünün lideri olan kocası Victor Laszlo ile birlikte Casablanca’ya gelir. Nazilerden kaçmaktadırlar, ne yapıp edip Lizbon'a geçmelidir. Amerika’ya gidebilmek için vize bulmaları gerekmektedir. Rick’in elinde daha sonra Almanlar tarafından öldürülen bir tanıdığının verdiği iki vize vardır. Bu kaçışı ne pahasına olursa olsun önlemek isteyen Gestapo şefi Strasser ve Fransız polis şefi Renault da Casablanca’dadır.
PLAY IT AGAIN SAM…
Paris'in işgal edildiği günün ertesinde Ilsa ve Rick birlikte kaçacaklardır. Ancak Ilsa son anda gelmekten vazgeçer. Rick'in hayatı işte o gün kaymış, aşka, kadınlara ve yaşama olan inancını o gün yitirmiştir. Ilsa’yı bir türlü affedemeyen fakat onu hala seven Rick, önceleri yardım etmek istemez. Ama Ilsa, zenci piyanist Sam'in ("Play it Again Sam") "yeniden" çaldığı "As Time Goes By”la Rick'in küllenmiş aşkını yeniden uyandırır ve onu gerçekten sevdiğini, bir Alman toplama kampında öldüğünü sandığı kocasının yaşadığını ve yaralı olduğunu öğrenince kocasına döndüğünü söyler. Bunun üzerine Rick fikrini değiştirir. Gestapo şefi Strasser’i öldürür. Havaalanındaki o unutulmaz veda sahnesinden sonra Ilsa ve kocasını taşıyan uçak bulutlar arasında kaybolurken, Rick ve Renault arasında yeni bir dostluk başlar.
Aslında sıradan bir melodram olmasına rağmen içine ustaca karıştırılan politik ve toplumsal sorunlar ve şüphesiz başrol oyuncularının performasları ile film ölümsüzleşir. Ünlü İtalyan toplumbilimci Umberto Eco’ya göre ise “Casablanca’nın sırrı, bir yamalı bohça olmasındadır. Yönetmen Michael Curtiz bütün türlerin en klişe bölümlerini almış ve bunları ustaca bir araya getirmiştir.”
TÜM TÜRLERİN EN KLİŞE BÖLÜMLERİ USTACA BİR ARAYA GETİRİLMİŞ…
Aşk, vatanseverlik, görev duygusu, özveri, canlanan anılar, geçmişte kalmış büyük bir sevgi, savaşta yaşanan tutku, büyük davalara karşı kişisel tutkular... Tüm bunlar ve daha başka şeyler, aynı potada öylesine kaynaşmışlardır ki, artık filmin çeşitli öğelerini (öykü, senaryo, yönetim, kamera, ışık-gölge, oyun ve oyuncular) birbirinden ayırmak olanaksızlaşmıştır. Rick'le Ilsa'nın yıllar sonra Rick'in barında karşılaşması, Ilsa'nın yazdığı mektubu garda okuyan Rick ve mektup satırlarının düşen yağmurlarla gitgide silinmesi, Rick'in kendini içkiye verdiği gece Ilsa'nın gelişi, havaalanı sahnesi, çok yeni, çok özgün şeyleri çok özgün biçimde söyledikleri için değil, daha çok, bilinen şeyleri son derece usta işi ve olgun biçimde bir kez daha söyledikleri için sanat eseri katına yükselirler.
Aslında, Murray Burnett ve Joan Allison’un yazdığı “Everybody Comes to Rick’s” adlı bir tiyatro oyunu olan filmin senaryosunun tüm hakları 20.000 dolara satın alınmış, ABD’nin 2.Dünya Savaşına girmesiyle birlikte senaryo daha önem kazanmış, güncel hale gelmişti.
Yapımcı Hal Wallis, başroller için önce Ann Scheridon ve Ronald Reagan’ı düşünmüş fakat daha sonra fikrini değiştirmişti. Filme Nazi Almanya’sını simgeleyen Heinrich Strasser’i canlandıran Conrad Veidt o sıralar MGM ile çalışmaktaydı. Veidt’in haftalık ücreti 5.000 dolar olunca, Veidt bu astronomik ücreti geri çeviremedi. Çünkü Humphrey Bogart haftalık 3.500, Ingrid Bergman ise 3.150 dolar alıyorlardı. Casablanca filminin en pahalı oyuncusu aslında Conrad Veidt oldu.
“FİLMİN SONUNA DOĞRU İKİ VERSİYON ÇEKMEMİZ BİLE ÖNERİLDİ”
Filme ait önemli bir başka not ise, 50 gün gibi kısa bir sürede bitirilen çekimleri ve gösterime girme zamanıdır. Ingrid Bergman, otobiyografik kitabı “Ma Vie”de filmden bahsediyor: “Casablanca’nın çekimlerinin yapıldığı koşullar çok kötüydü. Diyaloglar üzerinde çalışamıyorduk bile. Aynı gün ezberlemek ve çekime geçmek zorunda kalıyorduk. Sette herkes bir karmaşa içinde çalışıyordu ve filmin nereye gittiğinden hiç kimsenin haberi yoktu. Filmin nasıl biteceğini kestiremiyorduk. Michael Curtiz’e ‘Filmin neresindeyiz? Ne yapmamız gerekiyor?’ diye sorduğumuzda, “doğrusunu söylemek gerekirse ben de hiç bir şey bilmiyorum. Bugün şu sahneyi bir çekelim hele, belki yarın her şeyi daha net, daha açık görürüz.” şeklinde yanıtlıyordu. Yönetmen bile hiçbir konuda emin değildi. Kime âşık olacağımı sorduğumda “şu anda hiçbirimiz bunu bilmiyoruz, bize ikisinin arasında olduğunu göster, yeter” diyordu. Hatta filmin sonuna doğru iki versiyon çekmemiz bile önerildi; çünkü sona yaklaşmamıza rağmen hala kocamla mı olacağım, yoksa Bogart’la mı kalacağım belli değildi.”
Yapımcı Wallis, filmin gösterime çıkmasını geciktirdi. 1943 Kasımında İngiliz ve Amerikan birlikleri Kuzey Afrika’daki Alman birliklerini yenip Casablanca’yı işgal ettiler. Bu 2.Dünya Savaşında Nazilere karşı alınan ilk büyük zaferdi. Bu yüzden filmin ilk gösterimi Amerikan askerleri için Casablanca’da yapıldı.
Casablanca, New York’da 10 hafta kapalı gişe oynadı, 1943 Şubat ayına kadar elde edilen gelir 3.700.000 dolardı. Üç dalda Oscar’a aday gösterildi ve en iyi film, yönetmen, senaryo dallarında Oscar’a layık görüldü.
BOGART VE BERGMAN ÜNLERİNİN DORUĞUNA ULAŞTI…
Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman bu filmdeki rolleriyle ünlerinin doruğuna eriştiler. Casablanca sayesinde üne kavuşamayan tek oyuncu, Bogart’ın durup durup “Play It Again Sam” dediği zenci piyanist Dooley Wilson oldu. Wilson, Warner Brothers’a bağlı bir plak şirketi olmadığı için, filmin ünlü şarkısı As Time Goes By’ı plak yapamadı. Öte yandan “Amerikan Müzisyenler Birliği” başkanı James Petrillo zenci olduğu için Wilson’ın başka bir plak şirketiyle anlaşmasını da engelledi. Wilson, Casablanca’dan sonra başka bir filmde de oynayamadı.
Casablanca’nın unutulmaz repliklerini de unutmamak gerekir:
Ilsa: “Benden nefret mi ediyorsun?” Rick: “Seni düşünecek vaktim olsaydı, inan senden nefret ederdim.”
Rick: “Sana iki kelimelik, sonunu bilmediğim bir hikâye anlatayım mı?”
Ilsa: “Evet.” Rick: “Seni Seviyorum.”
Ilsa: “Bazen daha önemli bir şey için duygularını bir kenara bırakman gerekiyor.”
Bir "sanat filmi" değil, bir "iş filmi" yapmak amacıyla yola çıkılmış ama ulaşılan nokta bambaşka olmuştur. 1943 yılından beri, Cazablanca artık yalnızca Kuzey Afrika'nın gizemli ve çekici beyaz kenti değil, sinemasal düşlerimizin en önemli buluşma noktası, içinde her şeyin olabileceği, her türden serüvenin, aşkın ve tehlikenin yaşanabileceği bir büyülü kent olmuştur.
Yazan: Cahit Cesur
Senaryo: Julius J.EPSTEIN, Philip EPSTEIN, Howard KOCH
Görüntü Yönetmeni: Arthur EDESON
Müzik: Max STEINER
Oyuncular: Humphrey BOGART (RICK), Ingrid BERGMAN (Ilsa LUND), Paul HENREID (Victor LASZLO), Claude RAINS (Louis RENAULT), Conrad VEIDT (STRASSER), Sydney GREENSTREET (MARTINEZ), Peter LORRE (UGARTE)
1943, ABD, 102 dakika, S/B
HER ZAMAN İŞ YAPAN ROMANTİK BİR HOLLYWOOD FİLMİ…
Romantik Hollywood filmlerinin bütün özelliklerini kendisinde toplayan Casablanca, sinema tarihinin üzerinde en çok konuşulan filmlerinden biridir. 1943 yılında, gösterimi savaşın ilginç olaylarından Casablanca Konferansı’na denk düşen ve bu açıdan beklenmedik şekilde olay olan film, gitgide artan bir seyirci ilgisiyle karşılanır. Oskarlarda da söz sahibi olur ve en iyi film seçilir. Sonra biraz uykuya yatar, tüm Hollywood filmleri gibi, yeninin ve teknolojik gelişmenin çarpıcılığına teslim olur. Ama 1960'lı yıllarda ilginç bir şey olur, Amerikan üniversitelerindeki sinema gösterilerinde, gençler birden bu eskimiş siyah-beyaz filme büyük ilgi duymaya ve sürekli onu izlemeye başlarlar. Film TV’de her gösterildiğinde büyük ilgi görür, "rating alır" ve zaman içinde hiç eksilmeyen bu ilgi hep sürer. Bogart efsanesinin (onun ölümünden yıllar sonra) doğması. Woody Allen'ın bu efsaneye dayalı "Play It Again, Sam" adlı oyununu yazması ve bunun filme çekilmesi vb. olaylar da aynı yıllardadır. Sonuç olarak dünya TV'lerinde en sık ekrana geldiği gibi, videokaseti de en çok satan filmlerden biridir. 1992 yılında ellinci yıldönümü görkemli biçimde kutlanır, dijital yeni kopyaları ile bol resimli ve film hakkında yazılarla dolu kalın bir kitap piyasaya sürülür.
Film, Nazilerin bütün Avrupa’yı kasıp kavurduğu sıralarda, Amerika vizesi alabilmek için mültecilerin toplandığı Fas’ın Casablanca şehrinde geçer. Kana bulanmış Avrupa'da, özgürlüğe ve yaşama (yani Amerika kıtasına) uçmak için, savaşta (bizim gibi) yansız kalmış olan Portekiz'in başkenti Lizbon'a gitmek gereklidir. Lizbon'a giden yol ise, Fas'ın başkenti Kazablanka'dan geçer.
“KİMSE İÇİN KENDİMİ TEHLİKEYE ATMAM. BEN, BENİ İLGİLENDİREN TEK KONUYUM”
Kendisi için "Kimse için kendimi tehlikeye atmam. Ben, beni ilgilendiren tek konuyum" diyen, hiçbir ideali olmayan, yüreği taşlaşmış ve yorgun serüvenci Rick'in, “Rick’s Cafe American” adlı gece kulübü, bu gizemli kaçış kentinde her türden insanın bir araya geldiği bir mekândır: Nazi subayları, kumarbazlar, serüvenciler, kaçak pasaport arayanlar ve bunları satanlar, tefeciler, rehinciler, direnişçiler, casuslar...
Rick’in Almanların Paris’i işgali sırasında tanıyıp sevdiği, ama sonradan kendisini terk eden Ilsa, bir direniş örgütünün lideri olan kocası Victor Laszlo ile birlikte Casablanca’ya gelir. Nazilerden kaçmaktadırlar, ne yapıp edip Lizbon'a geçmelidir. Amerika’ya gidebilmek için vize bulmaları gerekmektedir. Rick’in elinde daha sonra Almanlar tarafından öldürülen bir tanıdığının verdiği iki vize vardır. Bu kaçışı ne pahasına olursa olsun önlemek isteyen Gestapo şefi Strasser ve Fransız polis şefi Renault da Casablanca’dadır.
PLAY IT AGAIN SAM…
Paris'in işgal edildiği günün ertesinde Ilsa ve Rick birlikte kaçacaklardır. Ancak Ilsa son anda gelmekten vazgeçer. Rick'in hayatı işte o gün kaymış, aşka, kadınlara ve yaşama olan inancını o gün yitirmiştir. Ilsa’yı bir türlü affedemeyen fakat onu hala seven Rick, önceleri yardım etmek istemez. Ama Ilsa, zenci piyanist Sam'in ("Play it Again Sam") "yeniden" çaldığı "As Time Goes By”la Rick'in küllenmiş aşkını yeniden uyandırır ve onu gerçekten sevdiğini, bir Alman toplama kampında öldüğünü sandığı kocasının yaşadığını ve yaralı olduğunu öğrenince kocasına döndüğünü söyler. Bunun üzerine Rick fikrini değiştirir. Gestapo şefi Strasser’i öldürür. Havaalanındaki o unutulmaz veda sahnesinden sonra Ilsa ve kocasını taşıyan uçak bulutlar arasında kaybolurken, Rick ve Renault arasında yeni bir dostluk başlar.
Aslında sıradan bir melodram olmasına rağmen içine ustaca karıştırılan politik ve toplumsal sorunlar ve şüphesiz başrol oyuncularının performasları ile film ölümsüzleşir. Ünlü İtalyan toplumbilimci Umberto Eco’ya göre ise “Casablanca’nın sırrı, bir yamalı bohça olmasındadır. Yönetmen Michael Curtiz bütün türlerin en klişe bölümlerini almış ve bunları ustaca bir araya getirmiştir.”
TÜM TÜRLERİN EN KLİŞE BÖLÜMLERİ USTACA BİR ARAYA GETİRİLMİŞ…
Aşk, vatanseverlik, görev duygusu, özveri, canlanan anılar, geçmişte kalmış büyük bir sevgi, savaşta yaşanan tutku, büyük davalara karşı kişisel tutkular... Tüm bunlar ve daha başka şeyler, aynı potada öylesine kaynaşmışlardır ki, artık filmin çeşitli öğelerini (öykü, senaryo, yönetim, kamera, ışık-gölge, oyun ve oyuncular) birbirinden ayırmak olanaksızlaşmıştır. Rick'le Ilsa'nın yıllar sonra Rick'in barında karşılaşması, Ilsa'nın yazdığı mektubu garda okuyan Rick ve mektup satırlarının düşen yağmurlarla gitgide silinmesi, Rick'in kendini içkiye verdiği gece Ilsa'nın gelişi, havaalanı sahnesi, çok yeni, çok özgün şeyleri çok özgün biçimde söyledikleri için değil, daha çok, bilinen şeyleri son derece usta işi ve olgun biçimde bir kez daha söyledikleri için sanat eseri katına yükselirler.
Aslında, Murray Burnett ve Joan Allison’un yazdığı “Everybody Comes to Rick’s” adlı bir tiyatro oyunu olan filmin senaryosunun tüm hakları 20.000 dolara satın alınmış, ABD’nin 2.Dünya Savaşına girmesiyle birlikte senaryo daha önem kazanmış, güncel hale gelmişti.
Yapımcı Hal Wallis, başroller için önce Ann Scheridon ve Ronald Reagan’ı düşünmüş fakat daha sonra fikrini değiştirmişti. Filme Nazi Almanya’sını simgeleyen Heinrich Strasser’i canlandıran Conrad Veidt o sıralar MGM ile çalışmaktaydı. Veidt’in haftalık ücreti 5.000 dolar olunca, Veidt bu astronomik ücreti geri çeviremedi. Çünkü Humphrey Bogart haftalık 3.500, Ingrid Bergman ise 3.150 dolar alıyorlardı. Casablanca filminin en pahalı oyuncusu aslında Conrad Veidt oldu.
“FİLMİN SONUNA DOĞRU İKİ VERSİYON ÇEKMEMİZ BİLE ÖNERİLDİ”
Filme ait önemli bir başka not ise, 50 gün gibi kısa bir sürede bitirilen çekimleri ve gösterime girme zamanıdır. Ingrid Bergman, otobiyografik kitabı “Ma Vie”de filmden bahsediyor: “Casablanca’nın çekimlerinin yapıldığı koşullar çok kötüydü. Diyaloglar üzerinde çalışamıyorduk bile. Aynı gün ezberlemek ve çekime geçmek zorunda kalıyorduk. Sette herkes bir karmaşa içinde çalışıyordu ve filmin nereye gittiğinden hiç kimsenin haberi yoktu. Filmin nasıl biteceğini kestiremiyorduk. Michael Curtiz’e ‘Filmin neresindeyiz? Ne yapmamız gerekiyor?’ diye sorduğumuzda, “doğrusunu söylemek gerekirse ben de hiç bir şey bilmiyorum. Bugün şu sahneyi bir çekelim hele, belki yarın her şeyi daha net, daha açık görürüz.” şeklinde yanıtlıyordu. Yönetmen bile hiçbir konuda emin değildi. Kime âşık olacağımı sorduğumda “şu anda hiçbirimiz bunu bilmiyoruz, bize ikisinin arasında olduğunu göster, yeter” diyordu. Hatta filmin sonuna doğru iki versiyon çekmemiz bile önerildi; çünkü sona yaklaşmamıza rağmen hala kocamla mı olacağım, yoksa Bogart’la mı kalacağım belli değildi.”
Yapımcı Wallis, filmin gösterime çıkmasını geciktirdi. 1943 Kasımında İngiliz ve Amerikan birlikleri Kuzey Afrika’daki Alman birliklerini yenip Casablanca’yı işgal ettiler. Bu 2.Dünya Savaşında Nazilere karşı alınan ilk büyük zaferdi. Bu yüzden filmin ilk gösterimi Amerikan askerleri için Casablanca’da yapıldı.
Casablanca, New York’da 10 hafta kapalı gişe oynadı, 1943 Şubat ayına kadar elde edilen gelir 3.700.000 dolardı. Üç dalda Oscar’a aday gösterildi ve en iyi film, yönetmen, senaryo dallarında Oscar’a layık görüldü.
BOGART VE BERGMAN ÜNLERİNİN DORUĞUNA ULAŞTI…
Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman bu filmdeki rolleriyle ünlerinin doruğuna eriştiler. Casablanca sayesinde üne kavuşamayan tek oyuncu, Bogart’ın durup durup “Play It Again Sam” dediği zenci piyanist Dooley Wilson oldu. Wilson, Warner Brothers’a bağlı bir plak şirketi olmadığı için, filmin ünlü şarkısı As Time Goes By’ı plak yapamadı. Öte yandan “Amerikan Müzisyenler Birliği” başkanı James Petrillo zenci olduğu için Wilson’ın başka bir plak şirketiyle anlaşmasını da engelledi. Wilson, Casablanca’dan sonra başka bir filmde de oynayamadı.
Casablanca’nın unutulmaz repliklerini de unutmamak gerekir:
Ilsa: “Benden nefret mi ediyorsun?” Rick: “Seni düşünecek vaktim olsaydı, inan senden nefret ederdim.”
Rick: “Sana iki kelimelik, sonunu bilmediğim bir hikâye anlatayım mı?”
Ilsa: “Evet.” Rick: “Seni Seviyorum.”
Ilsa: “Bazen daha önemli bir şey için duygularını bir kenara bırakman gerekiyor.”
Bir "sanat filmi" değil, bir "iş filmi" yapmak amacıyla yola çıkılmış ama ulaşılan nokta bambaşka olmuştur. 1943 yılından beri, Cazablanca artık yalnızca Kuzey Afrika'nın gizemli ve çekici beyaz kenti değil, sinemasal düşlerimizin en önemli buluşma noktası, içinde her şeyin olabileceği, her türden serüvenin, aşkın ve tehlikenin yaşanabileceği bir büyülü kent olmuştur.
Yazan: Cahit Cesur